10 Aralık 2013 Salı

14 Mart'ın Anlamı

Geçtiğimiz haftasonu İstanbul'da bir etkinlik gerçekleştirildi. Bu etkinliğe göçebe zanaatçı kültürlerden gelen yurttaşlar, Çingeneler katıldı. Marmara, Ege ve Karadeniz bölgelerinden Romlar, Doğu Karadeniz ve İç Anadolu'nun kimi bölgelerinden Lomlar, İç Anadolu ve Doğu Anadolu'dan Abdallar, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu'dan Domlar; tüm bu göçebe zanaatçı toplulukların temsilcileri oradaydılar. Hükümet yetkilileri, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Avrupa Romanlarını temsil eden bir dizi katılımcı da oradaydı. Sanat dünyasının önemli isimleri Ahırkapı Roman Orkestrası, Ümmiye, Kibariye ve Balık Ayhan da oradaydı...

20000 kişiye ulaşan bir katılım ve görkemli bir atmosferde geçen, yerli yabancı pek çok kişinin hayranlık duyguları yaşamasına neden olan bu toplantının anlamı neydi peki? Gerçekten neler yaşandı orada? İlk günlerde herşeyi kuşatan o büyük heyecan dalgası yavaş yavaş geri çekiliyor. Şimdi şapkamızı önümüze koyup düşünmenin zamanı. Ne oldu? Bütün bu olan bitenlerin Türkiye Çingeneleri açısından getirecekleri yenilikler nelerdir? Ortaya çıkan avantajlar ve bizi bekleyen riskler neler. Bugün, hem tarihe not düşmek hem de ülkemizin her bir köşesinde yaşayan kardeşlerimizin konu hakkında ihtiyaç duyduğu bilgilere ulaşmasına yardımcı olmak amacıyla bu yazıyı kaleme alıyoruz.

***

14 Mart 2010 tarihinde İstanbul Abdi İpekçi Stadyumu'nda gerçekleştirilen toplantı 2 açıdan büyük önem taşımaktadır.

Birincisi geçtiğimiz yılın son aylarından itibaren yeni bir süreç başlamıştır. Bu süreçte hükümet yetkilileri artık neredeyse her ilde birden fazla sayıda kurulmuş olan derneklerle, konu ile ilgili çalışmaları bulunan aydınlarla ve Çingenelerin sorunları hakkında fikir verebilecek her türlü kişi ve kuruluşla temasa geçmişler; Türkiye Çingenelerinin içinde yaşadıkları zor şartlar ve bu şartlarla mücadele etmek amacıyla birkaç yıldan beri inşa etmeye çalıştıkları sivil toplum çalışmaları hakkında bilgi almışlardır. Bu süreç 14 Mart günü yapılan toplantı ile doruk noktasına ulaşmıştır. Bizzat Başbakan Recep Tayyip Erdoğan; Türkiye Çingenelerinin sorunlarını dinleyeceklerini ve bu sorunları çözmek için çaba harcayacaklarını kamuoyunun önünde beyan etmiştir.

Süreci organize edenlerin niyeti tartışılabilir ve çeşitli kesimler tarafından tartışılmaktadır. Kimileri bu konuda bütünüyle olumlu bir yaklaşım içerisindeyken kimileri ise daha şüpheci bir tavır almaktadırlar. Şu aşamada tüm bu çalışmaların hangi niyetle yapıldığını bilmek ancak fal açarak mümkün olabilir. Fal açmak da bizim işimiz olmadığından ortada görünenle ilgilenmek ve toplumumuzun bu süreçten nasıl en fazla istifade edebileceğini tartışmak zorundayız. Madem ki ülkemizde karar alma yetkisine sahip olan kurum ve kuruluşlar toplumumuzun sorunları hakkında bilgi sahibi olmak istiyor ve bu konuda katkı sağlayabileceklerini söylüyor, bu durumda bize düşen sorunlarımız hakkında onları bilgilendirmektir.

Geçmişte toplumumuzun her kesimi yaşadıkları vahim sıkıntılar hakkında ciddi bir otosansür uygulamıştır kendine. Başına daha büyük sıkıntıların açılmaması için derdini tasasını herkeslerden gizlemiştir. Bugün gelinen noktada artık bu dertleri kamuoyu ile paylaşmanın zamanı gelmiş gibi görünüyor. Gerçek sıkıntılar ve bu sıkıntıların derinliği ortaya konuldukça belki de bize karşı çeşitli toplum kesimlerinin sahip olduğu önyargıların aşılması da mümkün olabilecektir. Bir başka açıdan 14 Mart'la doruk noktasına ulaşan sürecin samimiyetini anlamanın en uygun yolu niyet okumak değil sorunları dile getirmek, sorunların çözümü için somut projeler önermek ve bu aşamadan sonra atılacak olan adımları izlemektir.

14 Mart'ı önemli kılan ikinci nokta ise bu etkinliğe Türkiye Çingenelerinin gösterdiği olağanüstü ilgidir. Türkiye'nin tüm coğrafyalarından göçebe zanaatçı topluluklar bu toplantıya katıldılar. Şüphesiz ki yol masraflarının ve günlük harcamaların yetkililer tarafından karşılanmasının bu noktada büyük bir rolü var. Diğer taraftan insanlarımızın ilgisi ve çoşkusunun bunun çok ötesinde olduğunu da görelim. 14 Mart'ta Çingeneler adeta görücüye çıkmıştı. İnsanlarımız özene bezene giyinmişler, hazırlanmışlar iki dirhem bir çekirdek gelmişlerdi toplantıya. Herkes dikkatliydi. Kamuoyunun ve yetkililerin dikkatlerinin toplumumuzun üzerinde olduğunun farkındaydılar. Tam da bu yüzden en ufak bir tatsızlığa meydan vermemek için uğraşıyorlardı.

Farklı bölgelerden gelmişlerdi kardeşlerimiz. Yaşadıkları bölgelerin kültürlerinin etkisiyle pek çok açıdan birbirlerinden farklıydılar. Ama hepsi göçebe zanaatçı ataların çocuklarıydı. Kalplerinde aynı sıcaklığı, aynı derin insani özü taşıyorlardı. Tanıklar defalarca kucaklaşma sahneleri ile karşılaştıklarını anlatıyorlar. Birbirlerini tanımayan Çingeneler kardeşim diye sarılıyorlar ve izleyenlerin çoskusu bir alkış tufanının kopmasına neden oluyordu. Samimiyetinden ve derinliğinden şüphe edilemeyecek bir şey varsa o da tam olarak budur. İnsanımızda artık çok üst seviyeye ulaşmış olan değişme arzusu ayan beyan ortadadır. Bu toplum artık değişmek istiyor. Birlik olmak, derdini tasasını dünyaya duyurmak istiyor. Bunun içinde kendine uzatılan her eli tutmaya hazır.

14 Mart bu çoşkuyu açığa çıkarmıştır. Bu aşamadan sonra hiçbir somut çalışma yapılamasa dahi bu çapta bir buluşmanın düzenlenmesiyle Çingenelerin kendi gerçeklikleriyle yüzleşmesine fırsat verilmiş olması önemlidir. Birliğin lezzeti, birinci sınıf yurttaşlar olarak siyasetçiler tarafından kendilerine hitap edilmesinin büyük hazzı insanımızın binlerce yıl içerisinde harap edilmiş özgüveninin toparlanmasına katkı sağlamıştır. Bunun anlamı önümüzdeki dönemde çok daha iyi anlaşılacaktır.

***

Bütün umudumuz bu sürecin günlük siyasi tartışmaların içerisinde kaybolmamasıdır. Siyaset tartışmalarının ötesinde ülkemiz yurttaşlarının yaşam standartlarının yükseltimesi, yurttaşlar arasındaki yanlış tanımaların, önyargıların aşılması meselesi olarak değerlendirilebilirse bu süreç gerçekten güzel bir noktaya ulaşılabilir. Sadece Çingeneler için değil tüm yurttaşlarımız için bir gurur vesilesi olacak bir model olarak dünyaya sunulabilir.

Her konuda olduğu gibi bu konuda da iki yön vardır. Olumlulukları dile getirdik. Şimdi bu sürecin sonucunda bizi bekleyen olası tehlikeler hakkında konuşalım. Bugüne kadar çok büyük sıkıntılar çektik. Doğrudur. Çingenelerin yaşadıkları acılar hakkındaki herşey bütün açıklığıyla dile getirilse gözyaşlarını tutabilecek çok az insan olduğuna inanıyorum. Buna karşılık bugüne kadar Çingeneler göz önünde değildi. Türkiye'de yaşayan milyonlarca Çingene, toplumun diğer kesimleri ile çok sınırlı ilişkiler kurarak kendi halinde yaşayıp gidiyordu. Bir taraftan son 10 yılda Çingenelerin sorunlarını çözmek amacıyla oluşturmaya başladıkları sivil toplum çalışmaları diğer taraftan 14 Mart tarihinde doruk noktasına ulaşan süreç bu durumu değiştirmiştir. Artık bütün dikkatler toplumumuzun üzerindedir. İstesek de istemesek de bütün ışıklar bize doğrultulmuş durumda.

Bu kadar ön planda olmak bazı tehlikeleri de beraberinde getiriyor. Her şeyden önce kimi kesimlerde bizlere karşı hep var olan tepkilerin şimdi biraz daha sertleşmeye başladığını görüyoruz. 14 Mart toplantısı ile ilgili haberlerin altındaki yorumlara baktığımızda bazı ilginç başlıklar görüyoruz. Kimisi "Biz de Türk açılımı istiyoruz" diyor, kimisi "Gurbetçi açılımı". Kimisi "Okumadan hak etmeden haybeden iş vermeyin bunlara, benim çocuklarım okudu ama yine işsiz. Öncelik bizde" diyor. Henüz sayısı çok fazla değil ama medyanın oldukça sempatik bir biçimde yansıtmasına rağmen 14 Mart toplantısı ile ilgili bu tarz yorumların yapılabilmesi oldukça düşündürücü. Aynı şekilde özellikle Çingenelerin toplu bir biçimde yaşadığı kimi bölgelerde "Çingenelere bedava ev verilecek, onlara ayrıcalık tanınacak." şeklindeki dedikoduların yaygınlaştırılmaya başlanmış olması da bizi endişelendiriyor. Üstelik Çingene kökenli olduğu bilinen bazı kamu görevlilerimize yerel halkın tepki göstermeye başladığı ile ilgili haberler de kulağımıza gelmeye başladı. Son olarak ılımlı çizgisi ile tanınan bir siyasi parti başkanının dahi "Başbakanlar eskiden Ahi toplantılarına giderlerdi şimdi Çingene toplantılarına gidiyorlar." şeklindeki sözleri kaygılarımızın güçlenmesine neden oluyor.

Tüm bunlar hiç şüphe yokki birşeyleri işaret ediyor bize. Birincisi kimi kesimler bugün yapılan çalışmaları bir siyasi partinin etkinliği olarak algılıyorlar ve bu partiye karşı olan tepkilerini Çingenelere yansıtıyorlar. İkincisi aslında Çingenelerin sorunlarını çözmek amacıyla atılan adımlar eğer dikkat edilmezse kimi toplum kesimlerinde Çingenelere ayrıcalık tanındığı şeklinde algılanabiliyor. Ne yazık ki bu düşüncelerin yaygınlaşması bizler açısından büyük tehlikeleri gündeme getiriyor. Selendi olaylarını hatırlayalım. 5 Ocak'ta Manisa Selendi'de yaşayan yurttaşlar bilinmeyen bir odak tarafından "Çingeneler cami bastı, Allah'a küfretti." gibi akıl almaz ve insafsızca iddialarla kışkırtılmış, sayısı 1000'i aşan bir kalabalık Çingene evlerine saldırmıştı. Evlerin yakıldığı, araçların tahrip edildiği bu olaylarda 70 insanımız canını zor kurtarmıştı. Eğer çeşitli toplum kesimlerinde bizlere karşı gelişmeye başlayan tepki yaygınlaşırsa böyle olayların yeniden yaşanması tehlikesi vardır. Bu konuda çok dikkatli davranılmalı ve toplumun her kesimi ile iletişim halinde olmaya gayret gösterilmelidir.

Kendimizi doğru anlatmak zorundayız. Düşünmeden kamuoyunun önünde sarf edilen bir sözün bedelini toplum olarak uzun yıllar boyunca ödemek zorunda kalabiliriz. Bu noktada kimse konuyu yanlış anlamamalıdır. Sorunlarımızı sonuna kadar dile getirmeli, sonuna kadar hakkımızı aramalıyız. Ama bunu yaparken ayrıcalık değil yasal haklarımızı kullanmak istediğimizi toplumun her kesiminin anlaması için en üst düzeyde dikkat göstermeliyiz. Aksi halde kaş yapayım derken göz çıkarmak işten bile değildir!

***

Sonuç olarak ne yapılmalı. Kısaca özetlemekte fayda görüyorum. Bütün kardeşlerimizin bu önerilerin üzerinde düşünmesi ve kendi bulundukları alanlarda bunları hayatı geçirmenin yollarını araştırması herkes için yararlı olacaktır.

1-Hangi gerekçeyle olursa olsun birileri bizlerin sorunlarını dinlemek istiyor ve bunları çözmek için çaba harcayacaklarını beyan ediyorlar. Bu noktada bize düşen sorunlarımızı dile getirmek ve sorunların çözümleri için proje üretmektir. Dernekler, aydınlarımız ve konu ile ilgili bilgi sahibi olan herkes büyük bir açıklıkla yaşanan sorunları dile getirmelidir.
2-Her bir kardeşimiz, Çingeneler adına bir şeyler yapan herkes konuyu güncel siyasetin üstünde değerlendirdiklerini, özel ayrıcalıklar istemediklerini, temel sıkıntılarının anayasal temelde sahip olunan vatandaşlık haklarından yeterli seviyede yararlanamamak olduğunu vurgulamalıdırlar.
3-Bizlerin tüm iyi niyetine rağmen birileri Selendi'deki oyunu yeniden sahnelemek isteyebilirler. Bu tip gerilimlerin işareti görüldüğü anda her bir kardeşimiz hem yetkilileri hem de kamuoyunu bu konuda bilgilendirmeyi görev kabul etmelidir. Zamanında müdahale ile yeni Selendilerin önüne geçebiliriz.

Sorunlarımızın yeni değil binlerce yıllık sorunlar olduğunu unutmadan, sorunlarımızı ancak sabır ve anlayış temelinde çözebileceğimiz bilinciyle hareket edebilirsek tüm bu yaşananların sonuçları hem Çingeneler hem de tüm toplum kesimleri için hayırlı olacaktır.

Hepinize şen bir hafta diliyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder