Geçtiğimiz
haftasonu İstanbul'da bir etkinlik gerçekleştirildi. Bu etkinliğe
göçebe zanaatçı kültürlerden gelen yurttaşlar, Çingeneler
katıldı. Marmara, Ege ve Karadeniz bölgelerinden Romlar, Doğu
Karadeniz ve İç Anadolu'nun kimi bölgelerinden Lomlar, İç
Anadolu ve Doğu Anadolu'dan Abdallar, Akdeniz ve Güneydoğu
Anadolu'dan Domlar; tüm bu göçebe zanaatçı toplulukların
temsilcileri oradaydılar. Hükümet yetkilileri, Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan ve Avrupa Romanlarını temsil eden bir dizi
katılımcı da oradaydı. Sanat dünyasının önemli isimleri
Ahırkapı Roman Orkestrası, Ümmiye, Kibariye ve Balık Ayhan da
oradaydı...
20000
kişiye ulaşan bir katılım ve görkemli bir atmosferde geçen,
yerli yabancı pek çok kişinin hayranlık duyguları yaşamasına
neden olan bu toplantının anlamı neydi peki? Gerçekten neler
yaşandı orada? İlk günlerde herşeyi kuşatan o büyük heyecan
dalgası yavaş yavaş geri çekiliyor. Şimdi şapkamızı önümüze
koyup düşünmenin zamanı. Ne oldu? Bütün bu olan bitenlerin
Türkiye Çingeneleri açısından getirecekleri yenilikler nelerdir?
Ortaya çıkan avantajlar ve bizi bekleyen riskler neler. Bugün, hem
tarihe not düşmek hem de ülkemizin her bir köşesinde yaşayan
kardeşlerimizin konu hakkında ihtiyaç duyduğu bilgilere
ulaşmasına yardımcı olmak amacıyla bu yazıyı kaleme alıyoruz.
***
14
Mart 2010 tarihinde İstanbul Abdi İpekçi Stadyumu'nda
gerçekleştirilen toplantı 2 açıdan büyük önem taşımaktadır.
Birincisi
geçtiğimiz yılın son aylarından itibaren yeni bir süreç
başlamıştır. Bu süreçte hükümet yetkilileri artık neredeyse
her ilde birden fazla sayıda kurulmuş olan derneklerle, konu ile
ilgili çalışmaları bulunan aydınlarla ve Çingenelerin sorunları
hakkında fikir verebilecek her türlü kişi ve kuruluşla temasa
geçmişler; Türkiye Çingenelerinin içinde yaşadıkları zor
şartlar ve bu şartlarla mücadele etmek amacıyla birkaç yıldan
beri inşa etmeye çalıştıkları sivil toplum çalışmaları
hakkında bilgi almışlardır. Bu süreç 14 Mart günü yapılan
toplantı ile doruk noktasına ulaşmıştır. Bizzat Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan; Türkiye Çingenelerinin sorunlarını
dinleyeceklerini ve bu sorunları çözmek için çaba
harcayacaklarını kamuoyunun önünde beyan etmiştir.
Süreci
organize edenlerin niyeti tartışılabilir ve çeşitli kesimler
tarafından tartışılmaktadır. Kimileri bu konuda bütünüyle
olumlu bir yaklaşım içerisindeyken kimileri ise daha şüpheci bir
tavır almaktadırlar. Şu aşamada tüm bu çalışmaların hangi
niyetle yapıldığını bilmek ancak fal açarak mümkün olabilir.
Fal açmak da bizim işimiz olmadığından ortada görünenle
ilgilenmek ve toplumumuzun bu süreçten nasıl en fazla istifade
edebileceğini tartışmak zorundayız. Madem ki ülkemizde karar
alma yetkisine sahip olan kurum ve kuruluşlar toplumumuzun sorunları
hakkında bilgi sahibi olmak istiyor ve bu konuda katkı
sağlayabileceklerini söylüyor, bu durumda bize düşen
sorunlarımız hakkında onları bilgilendirmektir.
Geçmişte
toplumumuzun her kesimi yaşadıkları vahim sıkıntılar hakkında
ciddi bir otosansür uygulamıştır kendine. Başına daha büyük
sıkıntıların açılmaması için derdini tasasını herkeslerden
gizlemiştir. Bugün gelinen noktada artık bu dertleri kamuoyu ile
paylaşmanın zamanı gelmiş gibi görünüyor. Gerçek sıkıntılar
ve bu sıkıntıların derinliği ortaya konuldukça belki de bize
karşı çeşitli toplum kesimlerinin sahip olduğu önyargıların
aşılması da mümkün olabilecektir. Bir başka açıdan 14 Mart'la
doruk noktasına ulaşan sürecin samimiyetini anlamanın en uygun
yolu niyet okumak değil sorunları dile getirmek, sorunların çözümü
için somut projeler önermek ve bu aşamadan sonra atılacak olan
adımları izlemektir.
14
Mart'ı önemli kılan ikinci nokta ise bu etkinliğe Türkiye
Çingenelerinin gösterdiği olağanüstü ilgidir. Türkiye'nin tüm
coğrafyalarından göçebe zanaatçı topluluklar bu toplantıya
katıldılar. Şüphesiz ki yol masraflarının ve günlük
harcamaların yetkililer tarafından karşılanmasının bu noktada
büyük bir rolü var. Diğer taraftan insanlarımızın ilgisi ve
çoşkusunun bunun çok ötesinde olduğunu da görelim. 14 Mart'ta
Çingeneler adeta görücüye çıkmıştı. İnsanlarımız özene
bezene giyinmişler, hazırlanmışlar iki dirhem bir çekirdek
gelmişlerdi toplantıya. Herkes dikkatliydi. Kamuoyunun ve
yetkililerin dikkatlerinin toplumumuzun üzerinde olduğunun
farkındaydılar. Tam da bu yüzden en ufak bir tatsızlığa meydan
vermemek için uğraşıyorlardı.
Farklı
bölgelerden gelmişlerdi kardeşlerimiz. Yaşadıkları bölgelerin
kültürlerinin etkisiyle pek çok açıdan birbirlerinden
farklıydılar. Ama hepsi göçebe zanaatçı ataların çocuklarıydı.
Kalplerinde aynı sıcaklığı, aynı derin insani özü
taşıyorlardı. Tanıklar defalarca kucaklaşma sahneleri ile
karşılaştıklarını anlatıyorlar. Birbirlerini tanımayan
Çingeneler kardeşim diye sarılıyorlar ve izleyenlerin çoskusu
bir alkış tufanının kopmasına neden oluyordu. Samimiyetinden ve
derinliğinden şüphe edilemeyecek bir şey varsa o da tam olarak
budur. İnsanımızda artık çok üst seviyeye ulaşmış olan
değişme arzusu ayan beyan ortadadır. Bu toplum artık değişmek
istiyor. Birlik olmak, derdini tasasını dünyaya duyurmak istiyor.
Bunun içinde kendine uzatılan her eli tutmaya hazır.
14
Mart bu çoşkuyu açığa çıkarmıştır. Bu aşamadan sonra
hiçbir somut çalışma yapılamasa dahi bu çapta bir buluşmanın
düzenlenmesiyle Çingenelerin kendi gerçeklikleriyle yüzleşmesine
fırsat verilmiş olması önemlidir. Birliğin lezzeti, birinci
sınıf yurttaşlar olarak siyasetçiler tarafından kendilerine
hitap edilmesinin büyük hazzı insanımızın binlerce yıl
içerisinde harap edilmiş özgüveninin toparlanmasına katkı
sağlamıştır. Bunun anlamı önümüzdeki dönemde çok daha iyi
anlaşılacaktır.
***
Bütün
umudumuz bu sürecin günlük siyasi tartışmaların içerisinde
kaybolmamasıdır. Siyaset tartışmalarının ötesinde ülkemiz
yurttaşlarının yaşam standartlarının yükseltimesi, yurttaşlar
arasındaki yanlış tanımaların, önyargıların aşılması
meselesi olarak değerlendirilebilirse bu süreç gerçekten güzel
bir noktaya ulaşılabilir. Sadece Çingeneler için değil tüm
yurttaşlarımız için bir gurur vesilesi olacak bir model olarak
dünyaya sunulabilir.
Her
konuda olduğu gibi bu konuda da iki yön vardır. Olumlulukları
dile getirdik. Şimdi bu sürecin sonucunda bizi bekleyen olası
tehlikeler hakkında konuşalım. Bugüne kadar çok büyük
sıkıntılar çektik. Doğrudur. Çingenelerin yaşadıkları acılar
hakkındaki herşey bütün açıklığıyla dile getirilse
gözyaşlarını tutabilecek çok az insan olduğuna inanıyorum.
Buna karşılık bugüne kadar Çingeneler göz önünde değildi.
Türkiye'de yaşayan milyonlarca Çingene, toplumun diğer kesimleri
ile çok sınırlı ilişkiler kurarak kendi halinde yaşayıp
gidiyordu. Bir taraftan son 10 yılda Çingenelerin sorunlarını
çözmek amacıyla oluşturmaya başladıkları sivil toplum
çalışmaları diğer taraftan 14 Mart tarihinde doruk noktasına
ulaşan süreç bu durumu değiştirmiştir. Artık bütün dikkatler
toplumumuzun üzerindedir. İstesek de istemesek de bütün ışıklar
bize doğrultulmuş durumda.
Bu
kadar ön planda olmak bazı tehlikeleri de beraberinde getiriyor.
Her şeyden önce kimi kesimlerde bizlere karşı hep var olan
tepkilerin şimdi biraz daha sertleşmeye başladığını görüyoruz.
14 Mart toplantısı ile ilgili haberlerin altındaki yorumlara
baktığımızda bazı ilginç başlıklar görüyoruz. Kimisi "Biz
de Türk açılımı istiyoruz" diyor, kimisi "Gurbetçi
açılımı". Kimisi "Okumadan hak etmeden haybeden iş
vermeyin bunlara, benim çocuklarım okudu ama yine işsiz. Öncelik
bizde" diyor. Henüz sayısı çok fazla değil ama medyanın
oldukça sempatik bir biçimde yansıtmasına rağmen 14 Mart
toplantısı ile ilgili bu tarz yorumların yapılabilmesi oldukça
düşündürücü. Aynı şekilde özellikle Çingenelerin toplu bir
biçimde yaşadığı kimi bölgelerde "Çingenelere bedava ev
verilecek, onlara ayrıcalık tanınacak." şeklindeki
dedikoduların yaygınlaştırılmaya başlanmış olması da bizi
endişelendiriyor. Üstelik Çingene kökenli olduğu bilinen bazı
kamu görevlilerimize yerel halkın tepki göstermeye başladığı
ile ilgili haberler de kulağımıza gelmeye başladı. Son olarak
ılımlı çizgisi ile tanınan bir siyasi parti başkanının dahi
"Başbakanlar eskiden Ahi toplantılarına giderlerdi şimdi
Çingene toplantılarına gidiyorlar." şeklindeki sözleri
kaygılarımızın güçlenmesine neden oluyor.
Tüm
bunlar hiç şüphe yokki birşeyleri işaret ediyor bize. Birincisi
kimi kesimler bugün yapılan çalışmaları bir siyasi partinin
etkinliği olarak algılıyorlar ve bu partiye karşı olan
tepkilerini Çingenelere yansıtıyorlar. İkincisi aslında
Çingenelerin sorunlarını çözmek amacıyla atılan adımlar eğer
dikkat edilmezse kimi toplum kesimlerinde Çingenelere ayrıcalık
tanındığı şeklinde algılanabiliyor. Ne yazık ki bu
düşüncelerin yaygınlaşması bizler açısından büyük
tehlikeleri gündeme getiriyor. Selendi olaylarını hatırlayalım.
5 Ocak'ta Manisa Selendi'de yaşayan yurttaşlar bilinmeyen bir odak
tarafından "Çingeneler cami bastı, Allah'a küfretti."
gibi akıl almaz ve insafsızca iddialarla kışkırtılmış, sayısı
1000'i aşan bir kalabalık Çingene evlerine saldırmıştı.
Evlerin yakıldığı, araçların tahrip edildiği bu olaylarda 70
insanımız canını zor kurtarmıştı. Eğer çeşitli toplum
kesimlerinde bizlere karşı gelişmeye başlayan tepki yaygınlaşırsa
böyle olayların yeniden yaşanması tehlikesi vardır. Bu konuda
çok dikkatli davranılmalı ve toplumun her kesimi ile iletişim
halinde olmaya gayret gösterilmelidir.
Kendimizi
doğru anlatmak zorundayız. Düşünmeden kamuoyunun önünde sarf
edilen bir sözün bedelini toplum olarak uzun yıllar boyunca ödemek
zorunda kalabiliriz. Bu noktada kimse konuyu yanlış anlamamalıdır.
Sorunlarımızı sonuna kadar dile getirmeli, sonuna kadar hakkımızı
aramalıyız. Ama bunu yaparken ayrıcalık değil yasal haklarımızı
kullanmak istediğimizi toplumun her kesiminin anlaması için en üst
düzeyde dikkat göstermeliyiz. Aksi halde kaş yapayım derken göz
çıkarmak işten bile değildir!
***
Sonuç
olarak ne yapılmalı. Kısaca özetlemekte fayda görüyorum. Bütün
kardeşlerimizin bu önerilerin üzerinde düşünmesi ve kendi
bulundukları alanlarda bunları hayatı geçirmenin yollarını
araştırması herkes için yararlı olacaktır.
1-Hangi
gerekçeyle olursa olsun birileri bizlerin sorunlarını dinlemek
istiyor ve bunları çözmek için çaba harcayacaklarını beyan
ediyorlar. Bu noktada bize düşen sorunlarımızı dile getirmek ve
sorunların çözümleri için proje üretmektir. Dernekler,
aydınlarımız ve konu ile ilgili bilgi sahibi olan herkes büyük
bir açıklıkla yaşanan sorunları dile getirmelidir.
2-Her
bir kardeşimiz, Çingeneler adına bir şeyler yapan herkes konuyu
güncel siyasetin üstünde değerlendirdiklerini, özel ayrıcalıklar
istemediklerini, temel sıkıntılarının anayasal temelde sahip
olunan vatandaşlık haklarından yeterli seviyede yararlanamamak
olduğunu vurgulamalıdırlar.
3-Bizlerin
tüm iyi niyetine rağmen birileri Selendi'deki oyunu yeniden
sahnelemek isteyebilirler. Bu tip gerilimlerin işareti görüldüğü
anda her bir kardeşimiz hem yetkilileri hem de kamuoyunu bu konuda
bilgilendirmeyi görev kabul etmelidir. Zamanında müdahale ile yeni
Selendilerin önüne geçebiliriz.
Sorunlarımızın
yeni değil binlerce yıllık sorunlar olduğunu unutmadan,
sorunlarımızı ancak sabır ve anlayış temelinde çözebileceğimiz
bilinciyle hareket edebilirsek tüm bu yaşananların sonuçları hem
Çingeneler hem de tüm toplum kesimleri için hayırlı olacaktır.
Hepinize
şen bir hafta diliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder