Bizler,
dünyanın her köşesinde ve tarihin değişik devirlerinde çok
farklı ithamlara maruz kaldık. Bugünden bakıldığında inanması
güç gelebilir ama Avrupa'ya yerleşen ilk Roman Çingenelerine bir
dönem "yamyamlık" suçlaması bile yapıldı. Kimileri
bizi "Şeytanın ordusu" olarak gördü. Özellikle Osmanlı
ilerleyişi sırasında Avrupa toplumları Çingenelerin "Türk
Casusu" olduklarını ileri sürdüler. Yaklaşımları da çoğu
zaman bu bakış açısına uygun bir biçimde düşmancaydı.
Yabancımız değildir bu şekilde suçlanmak, en acımasız ithamlarla hakir görülmek. Günümüzde bile bu tarz yaklaşımlarla karşılaşmaya devam ediyoruz. Zaman zaman sitemizin forum bölümüne yazılan "eleştiri" yazıları bile önyargıların hala güçlü bir biçimde varlığını koruduğunu ortaya koyuyor. Diğer taraftan insanlar gerçekleri gördüklerinde, bizi yakından tanıdıklarında; parçalanmış ayakkabılarımıza değil temiz yüreklerimize bakmaya başladıklarında önyargılar kırılıyor.
Gündelik
yaşamda karşılaştığımız suçlamalar artık fazla üzmüyor
bizi. Zira kendimizi anlattıkça bunların aşılabildiğini artık
biliyoruz. Bizi asıl inciten kitle iletişim araçları kullanılarak
çok geniş insan topluluklarına önyargıları pekiştirecek
nitelikteki düşüncelerin herhangi bir gerçek temele dayanmaksızın
aktarılmasıdır. Bunun bir örneğini Hürriyet gazetesinde köşe
yazarlığı yapan Sayın Hadi Uluengin'in 16 Mayıs 2009 tarihli
yazısında gördük. Yakıştıramadık!
Uluengin
yazısında, Çingenelerin büyük bir "etno-sosyolojik"
sorun olduğunu ileri sürüyor. Bu sorun tahmin edebileceğiniz gibi
bizim de içimizi yaralayan dünyanın her yerinde Çingenelerin
arasından bazı insanların suç örgütleri tarafından maşa
olarak kullanılması olgusu üzerine temellendirilmiş. Düşünün,
sefalet ve işsizlik içerisinde çaresizliğin en korkuncu ile
karşılaşan gençlerimiz, kendilerine sözde parlak bir gelecek
vaat eden suç örgütlerinin eline düşüyor. Onlar tarafından
maşa olarak kullanılıyor. Birileri o çocukların sırtından
zengin oluyor, saygın adam pozlarında lüks ve şatafat içinde
yaşıyor. Bizim çocuklarımız ise ya hapislerde çürüyor ya da
kör bir kurşuna kurban giderek ömürlerini tamamlıyor.Sonra da
bütün bu trajedinin suçlusu bir bütün olarak Çingene toplumu
oluyor. Bu mantık yürütme ne kadar doğru?
Uluengin
kendi tezini sosyal bilimde kullanılan bazı kavramlarla
temellendirmeye çalışmış. Avrupa Birliği'nin Çingenelerin
sorunlarının çözülmesi için ayırdığı kaynağa rağmen halen
problemlerin devam etmesini Çingenelerin "modern" bir
yaşam biçimini reddederek "geleneksel" bir yaşam
tarzında ısrar etmesine bağlıyor. Yani Uluengin'e göre bizim en
büyük sorunumuz uyum. Yaşadığımız ülkelere uyum
sağlayamıyoruz.
Keşke
Uluengin bu fikre ulaşmadan önce; AB'nin ayırdığı kaynakların
ne kadar yerinde kullanılabildiğini, bu kaynakları alan STK'ların
ne derece verimli çalışmalar yapabildiğini araştırsaydı. Keşke
doğan her Çingene çocuğunun nasıl bir sefalet ve çaresizliğin
içinde gözlerini açtığını araştırsaydı. AB kaynaklarının
aslında büyük ölçüde sorunların farkına varılmasına olanak
sağladığını diğer taraftan ise problemlerin giderilmesi
noktasında yolun başında olunduğunu görebilseydi. O zaman
Çingeneler konusunda yazılmış en temel kaynakları incelemiş
olanların blle farkına varacağı bir bilimsel gerçeğin tam
aksini iddia etmemiş olurdu.
Gerçek
şu ki Çİngeneler gittikleri her ülkenin gelenekleri, toplumsal
yapısı ve yaşam biçimi ile hızlı bir biçimde bütünleşirler.
Dünyanın her yerinde, aynı coğrafyadan dünyaya yayılmış olan
Çingenelerin bile bu kadar farklı kültürel özellikler göstermesi
bu durumla ilişkilidir. Örneğin büyük göçlerinin Hindistan'dan
başladığı kabul edilen Roman Çingeneleri bugün nerede
yaşıyorlarsa büyük ölçüde o coğrafyanın kültürüne entegre
olmuşlar, hayranlık uyandıran bir kültür sentezini kendi
toplumlarında ortaya çıkarmışlardır. Türk Romanları nasıl
büyük ölçüde Anadolu coğrafyasının özgüllüklerini
yansıtıyorsa, Balkan Romanlarının kültüründe de Doğu
Avrupa'nın muhtelif renklerinden izler görebiliriz.
Batı
Avrupa'da büyük bölümü Balkanlardan gelen yeni göçmen Romanlar
henüz oldukça yeni yerleşimciler olsalar da daha şimdiden
geldikleri yeni dünyaya uyum sağlamaya başlamışlardır. Bu
konuda zaman bizim haklılığımızı ispat edecektir. Diğer
taraftan Uluengin'in düşünce biçiminde çok daha tehlikeli bir
yön bulunuyor. Uluengin'in, suç olgusunun Çingeneler için
geleneksel bir durum olduğunu düşünüyor. Sözde bizim
geleneğimizde varmış suç...
İşte
tam bu noktada Uluengin her ne kadar aksini iddia etsede ırkçılık
başlıyor. Siz her ne kadar bu eğilimin genlerle değil kültürle
aktarıldığını iddia etseniz de; hiçbir bilimsel çalışmaya
dayanmadan suçun bizim kültürümüz olduğunuz ileri sürmeniz
bizi geniş toplumsal kesimlerin gözünde son derece olumsuz bir
duruma düşürmekte, toplumumuza karşı zaten var olan önyargıları
pekiştirmektedir Sayın Uluengin.
Bizim
kültürümüzün özü zanaattır. Sepetçilik, elekçilik,
kalaycılık, sıvacılık, kerpiççilik, tahta işlemecilik,
müzisyenlik, demircilik, cambazlık vs... Sanayi devrimi öncesi
bizim atalarımız kırsal hayat için çok önemli sayısız zanaatı
köylere taşıdılar. Şehirlerde de hem zanaat hem de eğlence
hayatının çok önemli bir unsuruydu bizim atalarımız. Suç ise
tarihin her devrinde olduğu gibi o zamanda bize özgü değildi.
Hangi
kökenden gelirse gelsin düşkünler, çaresizler, umutsuzlar; suçu
gerçek anlamda meslek edinmiş ama kendilerini ustalıkla gizlemeyi
başaran birilerini zengin edip, kendi hayatlarını mahfederek bu
sonu olmayan yola girmişlerdir. Bedelini de fazlasıyla
ödemişlerdir. Bugün de bir hayalin peşinde hayatını suç
üzerine kuranlar kısa zamanda yaptıkları hataların farkına
varıyor ama neye yarar iş işten geçmiş.
Sayın
Uluengin, suç bizim geleneğimizde yok! Toplumumuzun bir bölümü
sanayi devrimi sonrasında mesleklerini kaybetti. Bir kısmımız
yeni meslekler bulmayı başardık. Çiçekçillik gibi, atık
toplama gibi... Bir kısmımız ise ne iş olsa yaptı. Günlük
yevmiyeli ya da mevsimlik işlerde çalıştı. Çok daha az sayıda
insan ise suça bulaştı. Ne yazık ki siz yazınızda toplumumuzun
büyük bölümünü görmeyip sadece suç olgusunun bir parçası
olanları değerlendirmişsiniz. Onları görmezden gelin demiyoruz.
Ama keşke onları bu yola sürükleyen nedenleri de analiz
edebilseydiniz. Keşke suçun maşaları ile değil baronlarıyla
uğraşsaydınız. İnsanların hayatını cehenneme çevirip bunun
üzerine bir imparatorluk inşa eden onlardır.
Kötü
niyetli ya da ırkçı olduğunuza inanmıyorum Sayın Uluengin. Yine
de bizi kırdığınızı belirtmek isterim. Yaşadıkları toplumda;
çiçekçi, toplayıcı, işçi, mevsimlik işçi, zanaatkar,
müzisyen, avukat, mühendis, politikacı, yazar olarak çalışan;
ailelerine ve toplumlarına yararlı olmak için birşeyler yapan
milyonlarca Çingene alındı sözlerinizden dolayı. Sizden bir
düzeltme bekliyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder