10 Aralık 2013 Salı

Köşe Yazarlığı, Suç, Irkçılık ve Biz 18/05/2009

Bizler, dünyanın her köşesinde ve tarihin değişik devirlerinde çok farklı ithamlara maruz kaldık. Bugünden bakıldığında inanması güç gelebilir ama Avrupa'ya yerleşen ilk Roman Çingenelerine bir dönem "yamyamlık" suçlaması bile yapıldı. Kimileri bizi "Şeytanın ordusu" olarak gördü. Özellikle Osmanlı ilerleyişi sırasında Avrupa toplumları Çingenelerin "Türk Casusu" olduklarını ileri sürdüler. Yaklaşımları da çoğu zaman bu bakış açısına uygun bir biçimde düşmancaydı.

Yabancımız değildir bu şekilde suçlanmak, en acımasız ithamlarla hakir görülmek. Günümüzde bile bu tarz yaklaşımlarla karşılaşmaya devam ediyoruz. Zaman zaman sitemizin forum bölümüne yazılan "eleştiri" yazıları bile önyargıların hala güçlü bir biçimde varlığını koruduğunu ortaya koyuyor. Diğer taraftan insanlar gerçekleri gördüklerinde, bizi yakından tanıdıklarında; parçalanmış ayakkabılarımıza değil temiz yüreklerimize bakmaya başladıklarında önyargılar kırılıyor.

Gündelik yaşamda karşılaştığımız suçlamalar artık fazla üzmüyor bizi. Zira kendimizi anlattıkça bunların aşılabildiğini artık biliyoruz. Bizi asıl inciten kitle iletişim araçları kullanılarak çok geniş insan topluluklarına önyargıları pekiştirecek nitelikteki düşüncelerin herhangi bir gerçek temele dayanmaksızın aktarılmasıdır. Bunun bir örneğini Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yapan Sayın Hadi Uluengin'in 16 Mayıs 2009 tarihli yazısında gördük. Yakıştıramadık!

Uluengin yazısında, Çingenelerin büyük bir "etno-sosyolojik" sorun olduğunu ileri sürüyor. Bu sorun tahmin edebileceğiniz gibi bizim de içimizi yaralayan dünyanın her yerinde Çingenelerin arasından bazı insanların suç örgütleri tarafından maşa olarak kullanılması olgusu üzerine temellendirilmiş. Düşünün, sefalet ve işsizlik içerisinde çaresizliğin en korkuncu ile karşılaşan gençlerimiz, kendilerine sözde parlak bir gelecek vaat eden suç örgütlerinin eline düşüyor. Onlar tarafından maşa olarak kullanılıyor. Birileri o çocukların sırtından zengin oluyor, saygın adam pozlarında lüks ve şatafat içinde yaşıyor. Bizim çocuklarımız ise ya hapislerde çürüyor ya da kör bir kurşuna kurban giderek ömürlerini tamamlıyor.Sonra da bütün bu trajedinin suçlusu bir bütün olarak Çingene toplumu oluyor. Bu mantık yürütme ne kadar doğru?
Uluengin kendi tezini sosyal bilimde kullanılan bazı kavramlarla temellendirmeye çalışmış. Avrupa Birliği'nin Çingenelerin sorunlarının çözülmesi için ayırdığı kaynağa rağmen halen problemlerin devam etmesini Çingenelerin "modern" bir yaşam biçimini reddederek "geleneksel" bir yaşam tarzında ısrar etmesine bağlıyor. Yani Uluengin'e göre bizim en büyük sorunumuz uyum. Yaşadığımız ülkelere uyum sağlayamıyoruz.

Keşke Uluengin bu fikre ulaşmadan önce; AB'nin ayırdığı kaynakların ne kadar yerinde kullanılabildiğini, bu kaynakları alan STK'ların ne derece verimli çalışmalar yapabildiğini araştırsaydı. Keşke doğan her Çingene çocuğunun nasıl bir sefalet ve çaresizliğin içinde gözlerini açtığını araştırsaydı. AB kaynaklarının aslında büyük ölçüde sorunların farkına varılmasına olanak sağladığını diğer taraftan ise problemlerin giderilmesi noktasında yolun başında olunduğunu görebilseydi. O zaman Çingeneler konusunda yazılmış en temel kaynakları incelemiş olanların blle farkına varacağı bir bilimsel gerçeğin tam aksini iddia etmemiş olurdu.

Gerçek şu ki Çİngeneler gittikleri her ülkenin gelenekleri, toplumsal yapısı ve yaşam biçimi ile hızlı bir biçimde bütünleşirler. Dünyanın her yerinde, aynı coğrafyadan dünyaya yayılmış olan Çingenelerin bile bu kadar farklı kültürel özellikler göstermesi bu durumla ilişkilidir. Örneğin büyük göçlerinin Hindistan'dan başladığı kabul edilen Roman Çingeneleri bugün nerede yaşıyorlarsa büyük ölçüde o coğrafyanın kültürüne entegre olmuşlar, hayranlık uyandıran bir kültür sentezini kendi toplumlarında ortaya çıkarmışlardır. Türk Romanları nasıl büyük ölçüde Anadolu coğrafyasının özgüllüklerini yansıtıyorsa, Balkan Romanlarının kültüründe de Doğu Avrupa'nın muhtelif renklerinden izler görebiliriz.

Batı Avrupa'da büyük bölümü Balkanlardan gelen yeni göçmen Romanlar henüz oldukça yeni yerleşimciler olsalar da daha şimdiden geldikleri yeni dünyaya uyum sağlamaya başlamışlardır. Bu konuda zaman bizim haklılığımızı ispat edecektir. Diğer taraftan Uluengin'in düşünce biçiminde çok daha tehlikeli bir yön bulunuyor. Uluengin'in, suç olgusunun Çingeneler için geleneksel bir durum olduğunu düşünüyor. Sözde bizim geleneğimizde varmış suç...

İşte tam bu noktada Uluengin her ne kadar aksini iddia etsede ırkçılık başlıyor. Siz her ne kadar bu eğilimin genlerle değil kültürle aktarıldığını iddia etseniz de; hiçbir bilimsel çalışmaya dayanmadan suçun bizim kültürümüz olduğunuz ileri sürmeniz bizi geniş toplumsal kesimlerin gözünde son derece olumsuz bir duruma düşürmekte, toplumumuza karşı zaten var olan önyargıları pekiştirmektedir Sayın Uluengin.

Bizim kültürümüzün özü zanaattır. Sepetçilik, elekçilik, kalaycılık, sıvacılık, kerpiççilik, tahta işlemecilik, müzisyenlik, demircilik, cambazlık vs... Sanayi devrimi öncesi bizim atalarımız kırsal hayat için çok önemli sayısız zanaatı köylere taşıdılar. Şehirlerde de hem zanaat hem de eğlence hayatının çok önemli bir unsuruydu bizim atalarımız. Suç ise tarihin her devrinde olduğu gibi o zamanda bize özgü değildi.

Hangi kökenden gelirse gelsin düşkünler, çaresizler, umutsuzlar; suçu gerçek anlamda meslek edinmiş ama kendilerini ustalıkla gizlemeyi başaran birilerini zengin edip, kendi hayatlarını mahfederek bu sonu olmayan yola girmişlerdir. Bedelini de fazlasıyla ödemişlerdir. Bugün de bir hayalin peşinde hayatını suç üzerine kuranlar kısa zamanda yaptıkları hataların farkına varıyor ama neye yarar iş işten geçmiş.

Sayın Uluengin, suç bizim geleneğimizde yok! Toplumumuzun bir bölümü sanayi devrimi sonrasında mesleklerini kaybetti. Bir kısmımız yeni meslekler bulmayı başardık. Çiçekçillik gibi, atık toplama gibi... Bir kısmımız ise ne iş olsa yaptı. Günlük yevmiyeli ya da mevsimlik işlerde çalıştı. Çok daha az sayıda insan ise suça bulaştı. Ne yazık ki siz yazınızda toplumumuzun büyük bölümünü görmeyip sadece suç olgusunun bir parçası olanları değerlendirmişsiniz. Onları görmezden gelin demiyoruz. Ama keşke onları bu yola sürükleyen nedenleri de analiz edebilseydiniz. Keşke suçun maşaları ile değil baronlarıyla uğraşsaydınız. İnsanların hayatını cehenneme çevirip bunun üzerine bir imparatorluk inşa eden onlardır.


Kötü niyetli ya da ırkçı olduğunuza inanmıyorum Sayın Uluengin. Yine de bizi kırdığınızı belirtmek isterim. Yaşadıkları toplumda; çiçekçi, toplayıcı, işçi, mevsimlik işçi, zanaatkar, müzisyen, avukat, mühendis, politikacı, yazar olarak çalışan; ailelerine ve toplumlarına yararlı olmak için birşeyler yapan milyonlarca Çingene alındı sözlerinizden dolayı. Sizden bir düzeltme bekliyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder