Türkiye’de
özellikle sanat alanında öteden beri Çingenelerin önemli bir
ağırlığı oldu. Osmanlıdan beri bu böyledir. Ne var ki
insanlarımızın Çingene kimliklerini vurgulu bir biçimde öne
çıkarmaları oldukça yeni bir olgudur. Geçmişte sadece
“Sanatkar” kimlikleri ile sahnelerde var olan Çingene kökenli
sanatçılar günümüzde “Roman Sanatçı” kimliği ile öne
çıkabiliyor. Bu ne kadar doğru ne kadar yanlış, o ayrı bir
konu. Kimileri bu insanların kimliklerini ortaya koymalarını
kültürel bir zenginlik kimileri de toplumsal parçalanmayı
tetikleyen bir olgu olarak yorumlayabilir. Ama şu noktada bizi asıl
ilgilendiren “Roman” kimliğini vurgulayarak ön plana çıkan
sanatçıların Çingene toplumu üzerindeki etkisidir.
Çingeneler;
ne yazık ki; demirci, elekçi, kalaycı, sepetçi, tütün, teneke,
plastik işçisi ya da mühendis, doktor, avukat, akademisyen
olduklarında medyanın korkunç kuşatıcı merceğine giremiyorlar.
Çingeneler ancak eğlence sektörünün bir parçası olarak;
müzisyen, dansöz, köçek olduklarında kendilerine ekranlarda yer
ayrılmaktadır. Malum Cennet Mahallesi dizisinin “Romanları”
bile müzisyendirler. Eğlence hayatının bir parçasını teşkil
etmektedirler. Bu durum ister istemez sanatçı kimlikleri ile öne
çıkan Çingenelerin, Çingene toplumu üzerinde önemli bir güce
sahip olmasını meydana getiriyor. Farkında bile olmadan, belki de
gönülsüzce Çingene toplumunun temsilcisi oluveriyorlar.
Bugün,
toplumumuzun en önünde gözüken karakterler; Hüsnü
Şenlendiriciler, Kibariyeler, Şakşukalardır. Bir toplumu temsil
etmek her zaman zor bir iştir. Diğerleri, Çingene olmayan Türk
vatandaşları; sizin üzerinizden toplumunuzu değerlendirir. Sizin
kötünüz de iyiniz de sizinle sınırlı kalmaz toplumunuza mal
oluverir. Daha da önemlisi siz her şeyinizle, gelecek kaygısı ve
umutsuzluğun gençlik ateşini yangına çevirdiği Çingene gençler
için örnek olursunuz. İyinizle kötünüzle kendinize
benzetirsiniz onları. Zordur bir toplumu temsil etmek.
Acaba
sanatçı kardeşlerimiz, Çingene toplumunu temsil ettiklerinin ne
derece farkındalar. Bu büyük ağırlığı taşımak için
yeterince hazırlıklı mı bu insanlar. Evet, gün olur bir Kibariye
çıkar, “Anamı ağlattılar, Pis Çingene dediler, hiçbir zaman
kimliğimden utanmadım” deyiverir. O zaman göğsümüz kabarır.
İşte toplumumuzun geneline bizi güçlü, gururlu, azimli insanlar
olarak tanıtabilecek ideal bir temsilci deriz. İsteriz ki genç
Çingene kızları örnek alsınlar Kibariye ablalarını. Onun gibi
yıkılmasınlar hayatın zorlukları karşısında. Ama gün olur
bir “Ünlüler Sirki”ne Şakşuka çıkıverir. Kontrolsüz
hareketleri, abartılı imajı ile komik duruma düştüğünün
farkındadır; ama gücü yetmez karşı çıkmaya! Birileri bakıp
bakıp gülerler ona. Onun ağzından “ağabeylerimin ablalarımın
canı sağolsun” çıkar. Başka da bir şey diyemez. O zaman biz
de yıkılırız. Onunla beraber biz makara oluruz cümle aleme.
Mesela
bir Hüsnü Şenlendirici. Sanatını tartışmak bize düşmez.
Tartışılacak bir tarafı da yoktur. Sağlam sanatçıdır. Yürek
tellerimizi oynatır. Başlarda olgunluğu, bize yakışan duruşu
ile çok sevmiştik onu. Hem iyi vizyondu hem de iyi bir örnek!
Nedendir bilinmez, özel hayatında yaşadığı sorunlar bir anda
hepimizin oturma odalarına kadar giriverdi. Medya bu! Adamı rezil
de eder vezir de! Keşke toplumumuzun yetiştirdiği bu önemli
sanatçı günlük hayatındaki olgun tavrını burada da
gösterebilseydi. Paniğe kapıldı. Yaşadığı çalkantılar hiç
yapmayacağı şeyleri yaptırdı ona. Kurnaz paparazziler üstüne
atladılar bu şaşkınlık halinin. Eşini de kullandılar. Yuvası
yıkıldığı için öfkelenen bir Roman kadının ağzından çıkan
her kelime tekrar tekrar yayınlandı. Hem bir sanatçı hem de
yaralı bir Roman kadınının nezdinde tüm Çingene toplumun onuru
sarsıldı! İşte bu olmadı. Keşke böyle olmasaydı.
Dedik
ya bir toplumu temsil etmek zor iştir. Sanatçı dostlarımız
bulundukları konumu bir de bu açıdan değerlendirseler keşke.
Sorumluluk olgunlaştırır insanı. Toplumlarına karşı olan
sorumluluk duygusunu hissetmeliler, kendi vicdanlarının sesini
dinlemeliler. Doğru yolu bulacaklardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder