Her
şey değişiyor. Değişmeye mahkum. Kim
bu değişime kafa tutmaya kalkarsa ya ahmaktır ya da hayalperest.
Bizler de değişiyoruz. Binlerce yıllık bir kültür, kültürümüz
de değişiyor.
Bu
girişten anlayabileceğiniz gibi, bu yazıda nostalji yapmayacağım.
Kültürlerin değişmesinin illaki kötü olduğuna inananlardan
değilim ben. Günümüzde bundan 100 yıl öncesinde Çingene
kültürü için olmazsa olmaz kabul ettiğimiz pek çok unsurun
tarihe karıştığını görüyoruz. Evet çok şey kaybettik. Ama
aynı zamanda çok şey kazandık. Birkaç bölüm halinde
yayınlanacak olan bu çalışmamda, kazanılan ve kaybedilenlerin
muhasebesini yapmaya çalışacağım. Kaçınılmaz olan değişimi
anlamak ve değişimin yönünü belirlemek için çaba göstermek
çok önemli. Bizler için olmazsa olmaz bir ihtiyaç bu.
Çingene
kültüründe belki de en kritik unsurları meslekler oluşturuyor.
Bu köşeyi takip eden dostlarım biliyorlar ki, ben Çingeneliği en
geniş biçimiyle göçebe zanaatçı kültürlere ait olmak olarak
tanımlayan görüşü benimsiyorum. Hal böyle olunca tarih boyunca
atalarımız tarafından gerçekleştirilen bu geleneksel meslekler
Çingene kültürünün belkemiğini oluşturuyorlar.
Bir
mesleğin Çingene mesleği olması için ne gerekir? Birkaç unsur
var.
Birincisi
ortada bir ürün ya da hizmet olmalı. Sepet, elek, kalaylanmış
eşya, metal malzeme, ağaç işleme, işlenmiş deri gibi bir ürün
ya da diş çekmek, sünnetçilik gibi bir hizmet.
İkincisi
bu ürün ve hizmet Çingeneler tarafından, Çingene olmayan sürü
sahibi göçebelere ya da tarımla uğraşan köylülere veya kent
halkına belli bir bedel karşılığında sunulmalı. Bu bedel eski
devirlerde olduğu hayvani ya da tarımsal gıda maddesi olabileceği
gibi para da olabilir.
Üçüncüsü
Çingene mesleği Çingene aşiretleri içerisinde çoğunluk
tarafından gerçekleştirilir ve zanaat aşiretin temel mesleğidir.
Çingene olmayan göçebelerde ve yerleşik toplumlarda her zaman
zanaatçılar olmuştur. Ama bu zanaatçılar toplum içinde
azınlıktır ve toplum zanaat dışında hayvan besleme ya da tarım
gibi başka faaliyetlerle de uğraşır. Çingenelerde ise göçebe
zanaatçılık temel meslektir.
Bu
üç unsur bir araya geldiği zaman ortada bir Çingene mesleği
vardır. En genel tanımıyla bu mesleği yapanlar da Çingenedir.
Göçebe zanaatçıdır.
Geride
kalan binlerce yıl boyunca atalarımız bu mesleklerle geçindiler.
Ne varki Avrupa coğrafyasından dünyaya yayılan sanayi devrimi ve
gelişen bilim Çingene mesleklerini aşama aşama ortadan kaldırdı.
Sepet, elek ya da metal malzeme fabrikalarda özel tekniklerle
üretildi. Gelişen pazarlama ve dağıtım ağı sayesinde büyük
bir hızla dünyaya yayıldı. Bir zamanlar bizim yaptığımız
veterinerlik, diş çekme ya da sünnetçilik gibi meslekler modern
tıbbın yetiştirdiği uzmanlar tarafından ileri tekniklerle hayata
geçirilmeye başlandı.
Bu
sürecin sonucunda Çingeneler geleneksel mesleklerini kaybettiler.
Meslekten kaynaklan göçebelik büyük bir hızla yerini yerleşik
hayata geçmeye bıraktı. Geçmişte Çingeneler, sürekli yeni
müşteriler bulmak için farklı bölgeler arasında göç
etmişlerdir. Göçebe zanaatçılığın bitmesiyle beraber
göçebeliğin de bir anlamı kalmadı. Toplumun büyük kesimi
kentlerin ve köylerin kıyısında yerleşik bir yaşama geçmeye
başladılar.
Şimdi
bu olan bitene üzülmeli miyiz? Hayır. Hiç şüphesiz tekniğin
gelişmesinin karşısında dehşete kapılmak gerçekçi bir tavır
değildir. Teknik gelişim bizim ata yadigarı mesleklerimizi yok
etmiştir. Ama biraz sonra açıklayacağımız gibi Çingenelerin
önünde yeni kapıların açılmasını sağlamıştır.
Kentlere
ve kırsal bölgelere yerleşen Çingeneler, büyük ölçüde
mesleklerini bıraktılar. Şimdi tam da bu noktada bir soru gelmesi
muhtemeldir. Çingeneliğin tanımını göçebe zanaatçılık
olarak yaptık. Bu meslekler ortadan kalktıktan sonra ortada hala
Çingenelik kalmış olur mu? Evet meslekler ortadan kalkmıştır
ama ortada hala Çingenelik vardır. İki nedenden
Birincisi
Göçebe Zanaatçılığın meslek olarak yapıldığı binlerce yıl
boyunca Çingeneler, diğer toplumsal kesimlerden farklı olarak
hayvan ya da toprak sahibi olamadılar. Bu tarz ekonomik malları bir
kenara bırakın, atalarımızın çoğunun başını sokacak bir
klubesi bile yoktu. Hayatlarını sürdürmek için sahip oldukları
tek şey meslekleriydi. Sanayi devrimi mesleklerini de yok ettikten
sonra; Çingenelerin hiçbir şeyi kalmamıştır. Ne toprakları ne
hayvanları ne de meslekleri. Yerleştikleri köylerde Çingene
olmayan köylüler toprak ya da hayvan sahibidir. Kentlere
geldiklerinde de bu eşitsizlik bitmez. Çünkü kente gelen
başkaları toprağını ya da hayvanını satarak belli bir
birikimle kente gelmişken Çingeneler sıfır birikimle kentlere
gelirler.
Her
halükarda ataları göçebe zanaatçı olan Çingenelerle, diğer
toplumsal kesimler arasında büyük bir eşitsizlik oluşur.
Çingeneler yerleşik hayata ya da kent yaşamına 1-0 yenik
başlarlar. Dolayısıyla, göçebe zanaatçılığın bitmesine
rağmen Çingenelerin atalarından devraldıkları "hiçbir şeye
sahip olmama" durumu onların toplumun diğer kesimleriyle
bütünleşmelerini engeller. Kent yaşamında ya da köylerde yine
bazı özel mesleklerde gruplaşmaya başlarlar. Kentlerde diğer
toplumsal kesimlerin sahip oldukları küçük birikimler nedeniyle
yapmaya tenezzül etmeyeceği en zor meslekleri yapmaya başlarlar.
Geçmişten bugüne; lağım temizlikçiliği, deri atölyeleri için
köpek dışkısı toplamak, tütün işçiliği, deri işçiliği,
ayakkabı boyacılığı, hamamlarda natırlık, çiçekçilik, çöp
toplayıcılığı, kağıt toplayıcılığı, hammallık, kurbağa
toplayıcılığı gibi işlerde genellikle Çingenelerin
yoğunlaştığını görüyoruz. Elbette bu işleri yapanların
arasında Çingene olmamakla beraber çeşitli sebeplerden yoksun
duruma düşmüş başka "kader kurbanları" da vardır.
Ama Çingenelerin bu tarz işlerde süreklileştiğini ve Çingene
toplumunun büyük çoğunlukla bu işlerde çalıştığını
görebiliyoruz.
Bu
durum Çingenelerin toplumla kaynaşmasını ve bir anlamda
Çingeneliğin ortadan kalkmasını engellemiş; göçebe zanaatçı
meslekler ortadan kalksa da Çingene toplumu varlığını
sürdürmüştür.
İkincisi
binlerce yıl içerisinde ortaya çıkan; göçebe zanaatçılığa
dayanan Çingene kültürü daha önce bir başka yazımızda (
Çingeneler Açısından Tarih ) açıkladığımız gibi birey
olarak Çingenelerin kendine özgü bir kişilik ve toplum olarak
farklı bir kültür yaratmasını sağlamıştır. Meslekler ölse
de bu kültürün değişmesi hiç kolay değildir. Üstelik
Çingenelerin kentlerde içine düştükleri yine yoksun ve yoksul
durum buna imkan vermemektedir.
Şimdi
özetleyelim. Sanayi devrimi ile beraber mesleklerimizi kaybettik.
Büyük oranda yerleşik hayata geçtik. Ama çeşitli sebeplerin
etkisi ve temelinde geçmişten hiçbir ekonomik birikimi
devralmamamız yüzünden toplumun diğer kesimlerin tarafından
tercih edilmeyen başka mesleklerde yoğunlaştık.
Kaybettiklerimiz
çok açık. Peki neler kazandık. Göçebe zanaatçılık sürekli
hareket halinde olmayı gerektiriyordu. Atalarımız uzun süre bir
bölgede yaşama şansına sahip olmadılar. Yine bu meslekler,
içinde yaşadığımız toplumlarla ilişkimizin çok sınırlı
olmasını getiriyordu. Zaten geçmişde Çingenelerin şehirlerin
içine girmesine bilinçli olarak izin verilmediğini çeşitli
kaynaklardan okuyabiliyoruz.
Yerleşik
hayata geçmeyle beraber, içinde yaşadığımız toplumlarla
yakınlaştık. Bu yakınlaşma bir anlamda bir yüzleşmeydi. Onlar
bizimle ilgili kafalarında var olan önyargılarla daha yakından
yüzleşme şansı buldular. Elbette bu önyargılar bütünüyle
ortadan kalkmadı ama bugün pek çok insan önyargılara daha
şüpheli yaklaşıyor. Biz ise, yıllarca içimizde büyüttüğümüz
"gaco" korkusuyla yüzleştik. Çingene olmayanların
aslında bizden hiçbir üstünlüğü olmadığını, özünde
hepimizin insan olduğunu anlama şansı bulduk.
Yerleşik
hayata geçen Çingenelerden kimileri şansın da yardımıyla kısır
döngüyü kırabildi. İçimizden çıkan kimileri eğitim görme
şansı buldular. Böylelikle toplum olarak çok ihtiyaç duyduğumuz;
soyut düşünce ve bilim yavaş yavaş bizim dünyamızın içine
girmeye başladı. Bu sürecin başındayız. İleride çok daha iyi
noktalara geleceğiz.
Tam
olarak ne demek istediğimi anlatmak için şu örneği vereceğim.
Bu yazıyı yazan bir Çingenedir. Kendi toplumumu modern sosyal
bilimlerin kullandığı fikri araçlarla inceleyerek sorunlarımıza
ilişkin çözüm yolları üretmeye çalışıyorum. Peki ben bu
araçlara nasıl sahip oldum? Yerleşik hayata geçişle beraber
istisnai de olsa sahip olabildiğimiz eğitim görme şansıyla.
Göçebe zanaatçılık devam etseydi bu imkanlara ulaşma şansım
çok daha az olacaktı.
Gelin
koyalım tartıya kaybettiğimiz geleneksel meslekler mi yoksa
kazandığımız düşünce yeteneği, bilim ve hepsinden önemlisi
içimizdeki korkunç kompleksi aşmamızı sağlayan yüzleşme mi?
Evet çok şey kaybettik. Ama çok şey de kazandık. Gelecekte
kazandıklarımızın önemi çok daha iyi anlaşılacaktır.
Geleneksel
mesleklerimiz, insanlığın evrensel tarih mirasının bir parçası
olarak müzelerde, sanat okullarının özel eğitim merkezlerinde
yaşatılmalıdır. Bu tarih mirasının unutulmasına engel olmak
için elimizden gelen çabayı göstereceğiz. Söylediklerimizle bu
gerçekler çelişmez. Aksine birbirini tamamlar.
Öte
yandan kısa vadede bize büyük acılar yaşatan değişimin
gelecekte büyük umutlar ve güzellikler getireceğini unutmayalım.
Yarın bugünden iyi olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder